Bir
halifenin herşeyi varmış, hayal edebileceği her şeyi - güç,
zenginlik. Ancak bu herşeyin tadını çıkarırken aniden hayatının
boş ve amaçsız olduğunu fark ettmiş. Onun varlığı anlamını
bu dünyada görmedi. Günleri akıp gidiyormuş hep aynı şekilde
çok sıkıcı olarak. Sıkılmış halifenin danışmanları
dikkatini devlet meselerine çekmeye çalıştı. Bilge adamları ve
gezginler, uzaktaki toprakların inanılmaz mucizelerin muhteşem
hikayelerini anlattı. Ancak her şey boşuna idi. Halife hep üzgün
duruyormuş. Hayatı çok sıkıcı ve anlamsız. Umutsuzca bir
çıkış bulmaya çalışıyormuş.Bir gün bir gezginci anlatmış
Halife? Bir derviş için, ona keşfedilmiş yaşamın en büyük
sırrı - hayatın anlamının ne olduğunu biliyormuş.
Bunu
duyunca, uzun yıllardan sonra ilk kez halifenin gözleri parlamış
ve kalbi vurmaya. Hemen hazırlanmış yola ve sarayı uyarmış,
uzun yolculuğa çıkacağını ve sadece onun eski sadık
hizmetkarını yanına aldığını, çocukluğundan beri onunla
olan.
Çıkmışlar
yola halif ve eski hizmetçisi. Dervişin yaşadığı topraklara
ulaşmak için, ama çölden geçmeleri gerekti. Ve o, bilinenlerden
ki, çok ağır cezaladırıyormuş, gerekli saygıyı ona karşı
gösterilmiyorsa.
Yanlarında
yolu gösteren insan yoktu ve iki yolcu çabuk kaybolmuş, kum
fırtınası sırasında develerin ve bagajın çoğunu kaybetmişler.
Sadece deri matara kalmış biraz suyla.
Çölde
çok sıcakmış ve susuzluk iki yolcuyu eziyet ediyormuş. Bir ara
eski hizmetkar yere düşmüş yorgunluktan ve susuzluktan bilinçini
kaybetmiş. Halifede susuzluktan ve yakan güneşten işkence
görüyormuş ve hiç gücü kalmamış. Deri mataraya bakmış,
içindeki çok kıymetli biraz su olan sadece bir yudum su lazım
canlansin diye!
Ancak
o anda, hizmetçisinin kum üzerinde çaresiz yatığını görünce,
düşünmüş. Bu insan ona yıllarca hizmet eden. Bu yolculukta
durmadan ona eşlik eden, şimdi bu uzak çölün ortasında,
efendisine olan görevi yerine getirirken ölüyordu. Hak etmedimi
son dakikalarında hayatını... Halife farkına varmış, uzun
yıllar boyunca bu adam kendisi için çok deyerli olduğunu ve hiç
şükran almadığını. Almış kalan suyu ve yaşlı adamın ağzına
döktü. Kısa bir süre sonra ölen adam iyileşti ve uyudu. Yüzü
sakın ve huzurlu görünüyordu. Halifede inanılmaz bir sevinç
hissi varmış ve daha önce hiç hissetmediği gerçek bir mutluluk
hissetti.
Ve
o anda bir mucize olmuş, yağmur yağmış! O çölde yağmur birkaç
yılda bir yağıyormuş Hizmetçi uyandı ve endişeyle efendisine
döndü.
-Efendim,
güçsuzlüğüm için beni afedin. Şimdi daha iyi hissediyorum
kendimi ve devam edebiliriz.
-Hayir-salladi
başını halife. Artık bu dervişle görüşmeye ihtiyacım yok.
Rabbim bana hayatın en büyük sırrını zaten açıkladı - Yani
kalbini yakınlarına aç ve onlari kendin gibi sev.
Güvercinler,
her zaman şahinlerin kendilerini avlayacağı korkusuyla yaşarlar;
her zaman dikkatli olmak ve güvercinliğin yakınında kalmak
zorunda olduklarını düşünürler. Ancak bu şekilde şahinlerin
saldırısından kurtulabilirler. Güvercinlerin bu özelliklerinden
dolayı saldırılarının başarılı olmadığını düşünen bir
şahin, güvercinleri kurnazlıkla avlamaya karar vermiş.
Güvercinlere;
“Beni kralınız olarak kabul ederseniz ben de size saldırmaktan
vazgeçerim ve sizi çaylaklardan, doğanlardan korurum,” demiş.
Güvercinler
şahinin sözüne inanmışlar ve onu kral olarak seçmişler. Ama
şahin tahta geçtikten bir süre sonra, krallık hakkına ve
yetkisinde dayanarak, her gün bir güvercini mideye indirmeye
başlamış.
Zavallı
bir güvercin, yenme sırası kendisine gelirken, “Hak ettik bunu
ama; oh olsun bize!” diye söylenmiş.
Her
yerin karla kaplı olduğu bir kış günüymüş. Bir kraliçe,
sarayının pencerelerinden birinin arkasında bir yandan nakış
işliyor, bir yandan da hayal kuruyormuş. Derken birden parmağına
iğne batmış ve gergefin üstüne üç damla kan akmış.
Kraliçe
kan damlalarına bakar bakmaz, “Çocuğum kız olursa, teni kar
gibi ak, yanakları kan gibi al, saçları da pencerenin çerçevesi
gibi kapkara olsun,” diye geçirmiş içinden. Bu olaydan kısa bir
süre sonra bir kız çocuğu getirmiş dünyaya. Kızı tıpkı
içinden geçirdiği gibi bir kızmış. Ona Pamuk Prenses adını
vermişler. Ne yazık ki kraliçe doğumdan birkaç saat sonra ölmüş.
Bir
yıl sonra Kral yeniden evlenmiş. Yeni Kraliçe çok güzel bir
kadınmış. Güzelliğine güzelmiş, ama bir o kadar da
kibirliymiş, kendisinden daha güzel birinin olabileceğini
düşüncesine bile tahammül edemezmiş. Odasında sihirli bir
aynası varmış. Her gün o aynanın karşısına geçer, saatlerce
kendisini seyreder miş
“Ayna,
ayna söyle bana En güzel kim bu dünyada,” Diye sorarmış. Ayna
da hiç duralamadan, “Sizsiniz Kraliçem,” dermiş. Fakat, Pamuk
Prenses on dört yaşına geldiğinde, bir gün ayna şöyle demiş:
Güzelsiniz Kraliçem, güzel olmasına, Ama Pamuk Prenses sizden
daha güzel.”
Kraliçe
bunu duyunca çok kızmış, öfkesinden ne uyku girmiş gözüne, ne
de bir lokma yemek yiyebilmiş. ‘Ne yapmalı, ne etmeli?’ diye
düşünüp durmuş günlerce. Sonra kararını vermiş ve sarayın
avcısını çağırmış .
“Pamuk
Prenses’i ormana götür ve orada öldür. Öldürdüğüne kanıt
olarak da kalbiyle ciğerini sök, bana getir.” Avcı Pamuk
Prenses’i ormana götürmüş, bıçağını çekmiş. Fakat Pamuk
Prenses’in ağladığını görünce onu öldürmeye kıyamamış.
Pamuk Prenses ağaçların arasına dalıp gözden kaybolurken, “Ben
yapamadım, ama hava kararıncaya kadar bir ayı veya bir kurt benim
yapamadığımı yapar nasıl olsa,” demiş.
Yolda
genç bir yabandomuzu çıkmış avcının karşısına. O da hayvanı
oracıkta öldürmüş, kalbiyle ciğerini söküp Kraliçe’ye
götürmüş. Ama Pamuk Prenses’i avcının düşündüğü gibi ne
bir ayı ne de bir kurt yemiş. Akşam olup hava kararınca dağların
ardında küçük bir eve gelmiş. Kapısını çalmış, ancak kimse
açmamış. Cesaretini toplayıp içeri girmiş. İçeride üzeri
yenmeye hazır yiyeceklerle dolu yedi küçük tabağın bulunduğu
yedi küçük sandalyeli uzun bir masa varmış, duvar dibinde de
yedi yatak diziliymiş. Beklemiş, beklemiş, ama kimsecikler
gelmemiş. Çok aç ve çok yorgun olduğu için daha fazla
bekleyememiş ve her tabaktan bir kaşık yemek almış, yedi
yataktan yedincisine yatıp uykuya dalmış. Biraz sonra evin
sahipleri eve dönmüşler. Dağların derinliklerinde bulunan bir
gümüş madeninde çalışan yedi cücelermiş bunlar. Pamuk
Prenses’i görünce, “Ne kadar güzel bir kız!” demişler.
Sabah
olup uyandığında Pamuk Prenses cüceleri görünce önce çok
korkmuş, ama kısa bir süre sonra onlardan bir kötülük
gelmeyeceğini, onların çok iyi insanlar olduklarını anlamış.
Yedi cüceler Pamuk Prenses’ten evlerini çekip çevirmesini
istemişler, o da hemen kabul etmiş. “Hoşça kal,” demişler
yedi cüceler işe giderlerken. “Kapıyı kimseye açma. Eğer üvey
annen burada olduğunu öğrenirse seni tekrar öldürmeye kalkar
sonra.” Bir
gün Kraliçe tekrar aynasının karşısına geçmiş. Aynadan şu
cevabı alınca çok kızmış:
“Güzelsin
Kraliçem, buraların en güzeli sizsiniz Ama ne var ki, yüksek
dağların ardında Cücelerin küçük, şirin evindeki Pamuk
Prenses dünyalar güzeli.” Bunu duyar duymaz Kraliçe hemen
kolları sıvamış. Yaşlı bir satıcı kadın kılığına
bürünmüş ve elinde içi kurdele dolu bir tablayla dağlara doğru
çıkmış yola. Cücelerin evine varınca, “Kurdelelerim var,
harika kurdeleler!” diye seslenerek kapıyı çalmış. Kimin
geldiğine bakmak için pencereye çıkan Pamuk Prenses kurdeleleri
görünce içi gitmiş. ‘Bunda ne kötülük olabilir ki!’ diye
düşünerek kapıyı açmış.
“Bunu
mu beğendin güzelim?” demiş Kraliçe kurdeleyi Pamuk Prenses’in
boynuna takarken. Sonra kurdeleyi sıktıkça sıkmış, ta ki Pamuk
Prenses ölü gibi boylu boyunca yere uzanana kadar. O gece yedi
cüceler Pamuk Prenses’i o halde bulmuşlar. Kurdeleyi kesmişler
ve Pamuk Prenses hayata dönmüş tekrar. Böylece Kraliçe’nin
elinden ikinci kez kurtulmuş Pamuk Prenses. Ertesi sabah Kraliçe
ayasının karşısına geçmiş yeniden. Aynadan Pamuk Prenses’in
hâlâ yaşadığı haberini alır almaz hemen kılık değiştirmiş
ve bir kez daha dağların yolunu tutmuş.“Taraklarım var, harika
taraklar!” diye seslenmiş cücelerin evinin kapısında. Pamuk
Prenses yaşlı kadının elinde tuttuğu tarafı görünce başına
gelenleri unutuvermiş. Kapıyı açmış.
“Saçların
ne güzel, bırak ben tarayayım,” demiş Kraliçe. Ama tarak
zehirliymiş, başına değer değmez Pamuk Prenses ölü gibi yere
uzanmış. O gece yedi cüceler saçından tarağı almışlar ve
Pamuk Prenses yeniden hayata dönmüş. Böylece Kraliçe’nin
elinden üçüncü kez kurtulmuş Pamuk Prenses. Ertesi gün Kraliçe
aynasının karşısına geçince, Pamuk Prenses’in hâlâ
yaşadığını öğrenmiş. Öfkesi burnunda, bu kez en büyülü
iksirini hazırlayıp bir elmanın yarısına sürmüş. Sonra da
yaşlı bir dilenci kılığına girip yola koyulmuş. “Güzel
kızıma tatlı bir elma benden, armağan,” demiş Kraliçe,
pencereden bakan Pamuk Prenses’e. “Pencereden de verebilirim,
kapıyı açmana gerek yok.” “Kötü diye mi almıyorsun yoksa,”
demiş Kraliçe, Pamuk Prenses’in kararsız olduğunu görünce.
Sonra da zehirsiz tarafından ısırmış ve, “Al bak harika!”
diyerek uzatmış, yanakları gibi al al elmayı Pamuk Prenses’e.
Pamuk Prenses elmayı zehirli tarafından ısırır ısırmaz cansız
yere uzanmış.
Kraliçe
pencereden içeri, Pamuk Prenses’e bakmış. “Nihayet senden
kurtuldum, artık dünyanın en güzeli benim,” demiş. Oradan
doğruca saraya gitmiş. Erkesi gün aynaya kimin en güzel olduğunu
sorduğunda ayna, “Sizsiniz Kraliçem,” deyince dünyalar onun
olmuş. Bu sefer cücelerden hiçbiri Pamuk Prenses’i uyandıramamış
ölüm uykusundan. Aradan üç gün geçmiş, bütün umutlarını
kaybetmişler. Fakat nedense Pamuk Prenses hiç de ölü gibi
durmuyormuş. O yüzden yedi cüceler onu gömmemişler ve camdan bir
tabut içine koymuşlar, tabutu da yüksek bir tepenin en tepesine
yerleştirmişler. Günlerden bir gün cüceleri ziyarete gelen bir
Prens oradan geçerken camdan tabutun içinde Pamuk Prenses’i
görmüş ve hemen ona âşık olmuş.“Onu sarayıma götürmeme
izin verin,” diye yalvarmış Prens. Yedi cüceler ona acımışlar
ve izin vermişler. Prens’in uşakları tabutu kaldırırken Pamuk
Prenses’in boğazına takılmış olan zehirli elma parçası pat
düşmüş ağzından. Pamuk Prenses doğrulmuş nerede olduğunu
anlamadan, gözünü açmış, yakışıklı Prensi karşısında
görmüş. Görür görmez ona âşık olmuş. Birkaç hafta sonra
nişanlanmışlar.
Derken
düğün günü gelip çatmış. Düğüne çağrılanlar arasında
Pamuk Prenses’in üvey annesi de varmış. Üvey annesi sarayın
salonuna girer girmez Pamuk Prenses’i tanımış, ama bu sefer bir
şey yapmaya fırsat bulamamış. Çünkü Prens’in adamları
Kraliçe’yi hemen yakalamış, Prens de onu artık kötülük
yapamayacağı uzak bir ülkeye sürgün etmiş. O günden sonra
Pamuk Prenses ve Prens sonsuza dek mutlu yaşamışlar.
Bir
zamanlar bir kral yaşıyormuş. Bir kez düşmüş onun esir aldığı
en büyük düşmanların eline, onlar ona vermiş ilginç bir şart,
kurtulsun diye.
-
Sadece bir yolunuz var ölümden kaçmak için. Gerekli olan ,bir
soruyu doru bulmanız. Ancak son derece zor olduğundan, cevabı
bulmak için size bir yıl vereceğis. Şimdi gitmene izin vereceğis,
ama görevi yapmasan, kesilirsin. Yani soru şu ki :
kadınlar
neyi en çok ister?
Kral
krallığına dönmüş, oradaki tüm kadınları sorguladı ancak
kimse ona anlamlı cevap vermedi. Artık umudu kalmamıştı ,yaşlı
bir adam ona tavsiyede bulundu :
-
Eski ormana gidin ve orada yaşayan cadıyı arayın. O cevabı
biliyor, ancak seni uyarıyorum, senden çok yüksek miktarda ödemeni
isteyecek.
Gitmiş
cadının yanına ve ona söylemiş :
-Evet,
cevabı bilmiyorum, ama eğer orenmek istiyorsan, benimle
evlenmelisin.
Kral
cadıya baktı - yaşlı, cirkin, kambur, kirli...
Ve
düşünmüş.´´Hayır daha iyi öleyim"!
Ancak,
yeniden düşündükten sonra ve şövalyelerine danıştı, kral
kararını vermiş, bu kurbanlığı yapsın, hayatını kurtarmak
için ve krallığınıda.
Dönmüş
yine cadının yanına ve cadı duyunca onun kararını ,ona evlenmek
istedi. Açıklamış ona cevabı :
-
kadınlar, - söylemiş o ,- en çok istedikleri yalnız yönetsinler
hayatını ve karışılmasın özgürlüklerine.
Bu
muş doğru cevap ve kral kurtarmış hayatını, ama büyük
miktarda ödemesi gerekti.
Kaldırmışlar
büyük düğün ve sıradan kralın yanına durmuş korkunç cadı.
Ancak
gerçek bir şövalye gibi, onun gelecekte ki karısı için hiç
hoşlanmadığını ve tiksintisini göstermedi.
Gelmiş
düğünün ilk gecesi, ancak yatak odasına gittiğinde, aniden
görmüş yatağında güzel bir genç kız ve cadıdan hiç bir iz
yokmuş.
-
Burda ne oluyor? - diye sordu ve kız cevap verdi:
-
hani benimle evlendin ve sabretin düğünde, yapacağım sana hediye
- gece ve gündüzün yarısı olacağım cadı, yarısı ise kız -
gündüz veya gece?
Düşünmüş
kral. Neyi seçsin? Güzel kızla onu görsünler gündüzleri
birlikte, akşamları yatması gerek cadıyla, ya da tersi? Ama uzun
düşündükten sonra şöyle dedi:
-sana
bırakıyorum bu seçimi ne zaman ne olasın.
Gülümsemiş
kız ve demiş.
-
Bana saygı duyduğun için ve seçme özgürlüğü verdiğin için
ben ne olayım diye, daha bir ödül vereceğim sana. Şu andan
itibaren hep aynı kız olacağım önünüzde gördüyünüz gibi.