Nasreddin
Hoca Akşehir pazarında bir adamın başına toplanmış olan
kalabalığa yaklaşır. Satıcı elindeki kuşu satmaya çalışmakta
ve fiyatı ise çok yüksek 50 Akçe, yan taraftaki tavuklar ise 5
Akçe. Hoca bir türlü fiyattaki aşırı farkı anlayamaz ve sorar:
– Hemşerim
bu nasıl kuş 50 Akçe istersin? – Hoca efendi bu bildiğin kuş
değildir bunun özelliği var. – Neymiş özelliği? –
Hocam bu kuşa papağan derler ve konuşur.
Hoca hemen
eve koşar, kümesten horozunu kaptığı gibi pazara döner. Papağan
satmakta olan adamın yanına durur ve yüksek sesle;
– Bu
gördüğünüz kuş sadece 100 Akçeye, gel, gel! Herkesten çok
papağan satan şaşar bu işe ve sorar.
– Hocam
100 Akçe çok değil mi bir horoz için? – Sen 50 ye satıyorsun
ama? – Dedim ya hocam benim kuş konuşur ama. – O
konuşursa, benimki de düşünür!
Günlerden
bir gün, Nasrettin Hoca’nın iki çocuğu varmış. Büyük oğlu,
civar köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün
Nasrettin Hoca büyük oğlunun yanına gidince:
– “ Baba,
bütün sermayemi şu çömleklere yatırdım” demiş. “ Hava
güneşli olur da, tez zamanda hepsi kurursa zengin olacağım. Ama
olur da yağmur yağarsa anam ağlayacak!”
Nasrettin
Hoca onun yanından ayrılıp, diğer köydeki küçük çocuğun
yanına gitmiş.
Küçük
oğlu : – “ Baba, varım yoğum şu tarlada, vaktinde yağmur
yağarsa, ekinlerim bol gelecek, zengin olacağım. Olur da kuraklık
gelirse anam ağlayacak” demiş.
Hoca
Nasrettin eve dönmüş, canı çok sıkkınmış.
Hanımı
: – “Hayrola hoca, canın bir şeye mi sıkkın? Neden yüzün
asık” demiş.
– “Benimki
bir şey değil hanım” demiş ,
“asıl
sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da, yağmasa da bizim
oğlanlardan birinin anası ağlayacak”.
Günlerden
bir gün, Nasreddin hocanın bir eşeği varmış, zamanla bu eşeği
ihtiyarlamış, hanımıyla istişare etmişler ve sonucunda da karar
vermişler;
“Sabah
erkenden hayvan pazarına götürelim eşeği, satalım, üstüne de
biraz para koyup daha genç ve güçlü bir eşek alalım.”
demişler.
Sabahın
ilk ışıklarında, eşeği önlerine katıp yola çıkmışlar.
Köy, hayvan pazarına baya uzakmış. Nasreddin hoca;
“Bu
zayıf eşek bu yola dayanmaz, yolda ölür. Yolda ölmese bile
pazara varınca bitkin düşer, kimseler yüzüne bakmaz,” demiş.
“İyisi , biz eşeği sırtımıza alalım, pazara kadar sapasağlam
götürelim.” demiş.
Eşeği
almış sırtına, düşmüşler yola. Biraz ilerlmişler, çok
geçmeden karşılarına köyden bir kaç ahbap çıkmış. Nasreddin
hocanın bu haline pek akıl sır erdirememişler.
“Yahu
hocam, delirdiniz mi?” demişler. “Hiç insan, eşek taşır mı?
Neden böyle bir şey yaptınız! Bizim bildiğimiz, eşek insanı
taşır.”
Nasreddin
hoca düşünmüş;
“Doğru,”
demiş.
Eşeği
sırtından indirmiş, bu defa Nasreddin hoca, eşeğe binmiş. Yolda
giderlerken karşılarına başka köylüler çıkmış. İçlerinden
biri;
“Oh,
maşallah,” demiş. “Nasreddin hoca eşeğe binmiş, yanındaki
hanımını da yaya yürütüyor. Ne ayıp, ne ayıp!” Hoca adam
adaletsiz davranır mı hiç?
Nasreddin
Hoca ; “Adamlar haklı,” demiş. “Gel hanım, ben ineyim, eşeğe
sen bin!”
İnmiş
eşekten, hanımını bindirmiş. Yolda giderlerken karşılarına
başka köylüler çıkmış. Hep bir ağızdan;
“Olacak
is mi bu?” demişler. “Hocanın genç hanımı eşek sırtında,
yaşlı ve gücü kalmamış Nasreddin hoca yaya gidiyor! İnsan
olan, bundan bir parça olsun utanır.” Nasreddin hoca hanımına,
hanımı da Nasreddin hocaya bakmış. “Hakları var demiş,
hocanın hanımı,” Hoca, Ben ineyim, gel sen bin şu eşeğe.”
Nasreddin
hocanın hanımı eşekten indiğinde, Nasreddin hoca itiraz etmiş:
“Olmaz öyle şey,” demiş. “İkimiz birden binelim, daha iyi.”
.
Böyle
karar vermişler, ikisi birden eşeğe binip yola koyulmuşlar
yeniden. Gide gide yine başka köylülere rastlamışlar. Muhtar
kılıklısı;
“Nasreddin
hocam! Yazıklar olsun size!” demiş. “Sizde hiç acıma, sizde
hiç insanlık yok mu? Bu zavallı hayvana ikiniz birden binmeye
utanmıyor musunuz?” Bir de hoca olacaksın demiş.. Nasreddin hoca
ve hanımı durmuşlar, düşünmüşler. “Bunlar da haklı,”
demişler. “En iyisi hayvanı iyi edelim, öyle götürelim
pazara.”
Nasreddin
hocayla hanımı eşeği almışlar, düşmüşler yollara.. Bu defa
yolda giderken hic rastlamadıkları, başka köylülerle
karşılaşmışlar. Köylünün biri; ‘
“Bu
nasıl şey böyle?” demiş. »Eski köye yeni adet mi,
getiriyorsunuz hocam? Eşek varken insanlar yayan gider mi? Bunu
yapsa yapsa ancak eşekler yapar.”
“Doğru,”
demiş Nasreddin hoca, “ben de eşeğim, hanımım da.
Eşekliğimiz, her önümüze çıkanın dediğine kulak verip yerine
getirmemizden geliyor Ama bundan böyle paydos! Kim ne derse desin
umurumuzda değil. Doğru da olsa, eğri de olsa kendi bildiğimizden
şaşmayacağız.”
Nasreddin
Hoca , yeni öğrencilerine (mollalarında) dünya ve ahireti genel
anlamı ile anlatmaya, kavratmaya çalışmış. "Ahiret
hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken
usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden,
buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir
işimiz, amelimiz karşılıksız kalmaz vs." diye
anlatmış. Bakmış
mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti
: -
"Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep
beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim"
demiş. Hocanın
evine gelmişler, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına
seslenmiş; -
"Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik." İçerden
Karısı : -
"Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de
yoğurt var. Hatta o kadar yemeği bırak size sunmayı pişirebilmek
için odun bile yok." diye seslenmiş. Hoca
içeri gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi,
büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona
gelmiş. -
"Kusura bakmayın çocuklar" demiş. "Evde yeteri
kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu
koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim..."
Hoca,
akşam eve dönerken, komşusundan gelen yemek kokularına imrenir.
Komşusu o akşam, balık kızartması yapmaktadır. Hoca, kapıya
yanaşır. İçeriden gelen konuşmaları dinler. Ev hanımı
kocasına: __Aman efendi, der. Hoca, her zamanki gibi kokuyu alıp
gelebilir. Kızaran balıkların irilerini, oğlan için dolaba
saklayalım. Hoca, bu konuşmalardan sonra, kapıyı
çalar: __Komşum, bereketli olsun. Balığın güzel kokusu,
bütün mahalleyi sardı… der. Komşusu Hoca’yı içeriye
alır. Yemeğe otururlar. Hoca, önüne konan küçük balıklara
bakar, bir şeyler mırıldanır. Sonra, balığı kulağına
götürür, onu dinler gibi yapar. Bu durumu gören ev sahibi
sorar: __Hayrola Hocam, ne yapıyorsun öyle? __Balıkla
konuşuyorum. Bunları pek küçük gördümde, ”siz hangi deryanın
kuzularısınız?” diye sordum. Komşu, hayretle: __Peki, o
sana nededi? diye sorar. Hoca hemen cevap verir: __Biz çok
küçüğüz, nereden geldiğimizi bilemeyiz. Dolapta büyüklerimiz
var. Siz, onlara sorun, dedi. Ev sahibi, dolaptaki balıkları
sofraya getirir.
Nasrettin
Hoca gece yarısı dışarıda, kapının önünde birtakım
gürültüler, bağrışmalar işitmiş. Çıkıp kavganın nedenini
öğrenmek istemiş.
Karısı
Karşı Çıkmış:
-Efendi,
ne işin var gece yarısı dışarıda? Otur oturduğun yerde..
Ama
Hoca dinlememiş, yorganına sarılıp kapının önüne çıkmış.
Bakmış ki iki adam kavga ediyorlar, kıyamet koparıyorlar.
Nasrettin Hoca öylece bakadursun, adamlar birden Nasrettin Hoca’nın
üstündeki yorganı el birliğiyle çekip almışlar. Aldıkları
gibi de tabanları yağlamışlar.
Hoca
o soğukta dımdızlak kalıvermiş, alık alık bakmış bir süre.
Sonra dönmüş uyku sersemi bir halde girip karısının yanına
uzanmış.
Hoca’nın
kadılık yaptığı sıralarda bir adam gelmiş: -Hoca efendi
demiş,size bir şey danışacağım. -Buyrun sorun. Demiş Hoca,
adam sözünü sürdürmüş: -Geçen gün , komşuların size ait
olduğunu söyledikleri bir inek, tarlada bizim ineğin karnını
vurup öldürmüş. Şimdi ne yapmam gerek? Hoca , sakallarını
sıvazlayıp bir an düşündükten sonra : -Hayvan bu, demiş,
dava edecek değilsin ya!.. -Teşekkür ederim kadı
efendi. -Sahibinin de bu işte suçu yok;ne bilsin böyle
olacağını? Adamın yüzü gülmüş, tekrar söze başlamadan
önce: -Kusura bakma kadı efendi, demin ben bir yanlışlık
yaptım, ölen inek benimki değil, seninki imiş. Hoca , yerinden
doğrulup: -Bak demiş, şimdi iş değişti. O halde verin
raftaki kara kaplı kitabı da hele bir bakalım! …
Bir
gün Adamın biri İngiltere'ye gezmeye gider . Ingilizce
bilmediğinden arkadaşına sormuş: -
Ben İngiltere'de Inglizlere nasıl anlaşacağım?
Adam cevap vermiş: -
konuştuğun her cümlenin sonuna'ing' getir, tamadır . Adam
İngiltere'ye gittiğinde bir kafeye oturmuş. Garson sipariş için
gelmiş: Adam: -Sen
bana bir çay getirebiling?
şaşıran
garson gidip bir çay getirmiş.
Inglizceyi
çözdüğüne inanan adam övünmekten garsona şöyle
söylemiş: -Bak,
ben ne güzel İngilizce konuşuying ? Garson
cevabı yapıştırmış: -Ben
Türk olmaying, rüyanda görürdün çaying!
Nasrettin
Hoca güldürürken düşündüren 13. Yy da yaşamış bir halk
bilginiydi. Karşılaştığı olaylara nüktedan şekilde cevap
vermesi, hazırcevaplığı ve keskin zekası ile halkı hem şaşırtır
hem de eğlendirirdi. Türk halk edebiyatının fıkralarla
ölümsüzleşen ismi Nasrettin Hoca’nın 1208 - 1284 yıllarında
yaşadığı varsayılmaktadır. Konya medresesinde öğrenim görmüş
ve Akşehir’de vefat etmiştir. Bu bölgelere gittiğinizde
Hoca’nın çok sayıda heykeli ile karşılaşabilirsiniz.
Nasrettin Hoca orta Asya’da ve
İran dolaylarında tanınan Türk Halk filozofudur.
Nasrettin Hoca
fıkraları
insan yaşamından izler taşır ve çoğu ders verme
niteliğindedir. Toplumun içinde bulunulan durum zekice verilen
cevaplar ile gözler önüne serilir. Günümüze kadar ulaşan
fıkraları, bunları okuyanların hala gülmesi ve düşünmesi,
fıkralarının birçok dile çevrilmesi bizlere Hoca’nın ölümsüz
olduğunu gösterir.
Nasreddin
Hoca, kasaptan iki kilo et alır, eve gelir.Karısına, akşama et
yemeği yapmasını söyler. Yeniden işine döner. Hoca gidince,
karısı yemeği pişirir. Sonra da komşularını çağırır onlara
bir yemek ziyafeti çeker. Akşam olunca Hoca eve gelir. Karısı
sofrayı hazırlar. Bir tabak bulgur pilâvını Hoca’nın önüne
koyar. Hoca pilâvı görünce şaşırır: __Hanım, hani et
yemeği yapacaktın? Bunun için sana gündüzün, kasaptan aldığım
eti getirmiştim… Karısı, üzgün üzgün önünde bir süre
durur. Sonra, başını önüne eğerek: __Ah Efendi, sorma! Bizim
hınzır kedi, etin epsini yemiş.. der. Bu duruma çok kızan
Hoca, oturduğu yerden fırlar, eline bir sopa alır. Kediyi, iyice
döğmeye karar verir. Bir köşede büzülüp oturmakta olan sıska
kediyi görünce kuşkulanır. Karısına: __Bana hemen teraziyi
getir, der. Terazi gelince, Nasreddin Hoca, kedi tartar. Kedi, iki
kilo ağırlığındadır. Büsbütün şaşıran Hoca,
karısına: __Kedinin ağırlığı iki kilo, kasaptan, aldığım
et nerede? Diyelimki et budur, kedi nerede?
Bir
gün Nasrettin Hoca pazara giderken çocuklar etrafını sarmışlar.
Hepsi birer düdük ısmarlamış, ama para veren olmamış. Hoca
çocukların tümüne olumlu cevap vermiş: – Peki, olur
demiş… Çocuklardan yalnız biri, elinde para olduğu halde,
Hoca’ya şunları söylemiş: – Şu parayla bana bir düdük
getirir misin ? Hoca akşama doğru pazardan dönmüş. Yolunu
bekleyen çocuklar hemen Nasrettin Hoca’nın etrafını sararak
düdüklerini istemişler. Nasrettin Hoca, cebinden bir düdük
çıkarıp kendisine para veren çocuğa uzatmış. Ötekileri
bağırmaya başlamışlar: – Ya bizim düdükler
nerede Nasrettin Hoca’nın cevabı kısa ve anlamlı olmuş: –
Parayı veren düdüğü çalar.
Nasrettin
Hoca Akşehir’de kadılık vazifesini yürütürken karşısına
iki adam çıkmış. Birisi öteden beri cimriliği ile tanınmış
bir aşçı, diğeri de boynu bükük bir fakir. Aşçı sözü almış
: – Hocam demiş,
ben bu adamdan davacıyım. Dükkanın önünde fasulye pişiriyordum.
Tencerenin kenarından buğusu çıkıyordu yemeğin. Bu adam elinde
somun ekmekle geldi. Kopardığı lokmaları yemeğin buğusuna tutup
başladı atıştırmaya. Nihayet koca bir ekmeği bitirdi. Ondan
fasulye buğusunun parasını istedim, vermedi. Nasrettin
Hoca anlatılanları dikkatlice dinledikten sonra fakire dönüp : –
Doğru mu bunlar ? diye sormuş. –
Evet, demiş fakir adam. –
Öyleyse para kesesini çıkar
bakalım. Zavallı
fakir kadı efendiye karşı gelememiş. İçinde üç beş akçe
bulunan para kesesini Nasrettin Hoca’ya uzatmış. Bu sefer aşçıyı
çağırmış yanına. Keseyi kulağına yaklaştırarak
şıngırdatmaya başlamış. Sonra da : – Haydi
demiş aldın işte alacağını. Aşçı : –
Nasıl olur? diye şaşkınlığını
belli etmiş. Paramı vermediniz henüz. Hoca cevap vermiş : –
Fazla uzatma, yemeğin buğusunu
satan paranın da sesini alır elbet!