Günlerden
bir gün, bir sivrisinek vızıldayarak havada uçuşur, ormanda
dolaşır dururmuş. Gidip bir aslanın yuvasında uçuşup
vızıldamaya başlamış. Aslan bir bakmış, olmamış; iki bakmış,
yine olmamış,
“Çekil
git be” demiş. “Vız vız vızlayıp durma tepemde. Bir
kızarsam, alimallah perişan ederim seni, doğduğuna bin pişman
olursun.”
Kime
diyorsun sen onu, kime?” diye bağırmış sivrisinek. “Sen mi
beni doğduğuma pişman edeceksin? Hah, gülerim! Hayvanların kralı
oldun diye kendini bir şey mi sanıyorsun? İstersem, asıl ben seni
perişan ederim.”
Aslan,
gümbür gümbür kükrememek için dişlerini sıkmış.
“Git
be, git!” demiş. “Attırma tepemi, sana o kadar söylüyorum.”
“Demek
öyle?” demiş sivrisinek. “Demek öyle, ha? Dur sen, el mi yaman
ben mi yaman, şimdi görürüz. ”
Böyle
demiş, başlamış dikenden ince, kıldan keskin iğnesiyle aslanın
orasını burasını sokmaya. Aslan pençesini sallamış, ıska!
Kuyruğunu sallamış, ıska! Fır fır dönmüş boşuna. Sivrisinek
yine vız vız
Hayır,
orası burası demeden aslanın her bir yanını sokup sokup kan
revan içinde bırakıyormuş.
Aslan
acıdan kükremeye, yeri göğü inletmeye, bağırıp çağırmaya
başlamış. Bütün hayvanlar korularından titreyip oldukları
yerde büzülmüş, kalmışlar.
Sivrisinek,
aslanın durumundan şen şatır, saldırılarını sürdürmüş,
sonunda aslancık soluksuz kalıp yere yuvarlanmış, pes etmiş.
“Gördün
mü?” demiş sivrisinek. “İşte ben istediğimi böyle yaparım.”
Sonra
kanatlarını çevirmiş, vız vız edip aslanın başından ayrılmış
ve… bir örümceğin ağına düşüp oracıkta ona yem olmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder